Cihadın gayesi hakkı yüceltmek | Aktüel Haberleri

Cihadın gayesi hakkı yüceltmek | Aktüel Haberleri

yazar:

kategori:

Savaş, insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Tarih sahnesinde yer alan her toplum, varlığını sürdürme mücadelesinde mutlaka bir savaşa katılmıştır. Bazı toplumlar haksız nedenlerle savaş başlatırken bazıları da sadece kendisini korumak gibi meşru gerekçelerle savaşa başvurmuştur. Savaş tekniğinin değiştiği ve soğuk savaşın hakim olduğu günümüzde bile geçmişinde savaş olmayan devlet yok gibidir. Müslüman bireyin hayatının her safhasını düzenleyen İslâm dini de dışarıdan gelen/gelebilecek tehlikelere karşı korumak adına Müslümanların savaşa katılmasına müsaade etmiştir. Ancak bu müsaade ediş, ahlaki kurallardan âri bir izin değildir. Bundan dolayı İslâm, savaş etiğinden yoksun olarak icrâ edilen diğer savaşlardan farkını ortaya koymak adına, izin verdiği bu savaşa “cihad” ismini vermiştir.DÜŞMANLA SAVAŞMAK GENİŞ ANLAMLIDIRCihad, sözlükte çalışmak, uğraşmak, güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elden gelen bütün imkanları kullanmak anlamlarına gelir. İslâmî literatürde ise, “Dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek” şeklindeki genel ve kapsamlı anlamda kullanılır. Fıkıh terimi olarak daha çok Müslüman olmayanlarla savaş anlamında, tasavvufta ise nefs-i emmâreyi yenme çabası için kullanılmıştır.KENDİNİ SAVUNMA HAKKIDIRAllah’a kulluk etmek ve dini tebliğ etmek için verilen çabadan İslâm ülkesini ve Müslümanları her türlü tehlikeden korumak adına savaşmaya kadar çok geniş bir anlam yelpazesi bulunan ve bu anlamlara uygun olarak dil, el veya silah gibi çeşitli vasıtalarla icra edilebilen cihad kavramının fıkhı ilgilendiren boyutu silahla yapılan kısmıdır. Savaşlar, rasyonel ve makbul bir sebep olmaksızın yapılabildiği gibi belli rasyonel sebepler için de yapılabilir. Ya da savaşı makul kılan bazı sebepler için yapılır. Günümüzde savaş sebebi olarak tanınan meşru gerekçe ise Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesinde “saldırıya uğrayan devletlere meşru müdafaa hakkı olarak” yer alır. İslâm’ın savaş için meşru kıldığı gerekçe ise ayetlerden de anlaşılacağı üzere kendini savunma hakkıdır. Buna göre İslâm’ın cihad anlayışı, insanların Müslüman olmasını zorlamak için değil ancak karşı tarafın savaşı başlatması halinde müracaat edilmesi emredilen bir olgudan ibarettir.TEMEL ETİK KURALLAR VARDIRSavaşın yapılma meşruiyetini oluşturan gerekçe kadar savaşın icra sürecinde bağlı kalınacak ilkeler de önem arz eder. Kant’ın “Hiçbir devlet, harpte iken ileride barış akdedileceği zaman devletlerin birbirlerine karşılıklı güven duymalarını imkânsız kılacak yollara başvurmamalıdır” şeklinde ifade etmeye çalıştığı savaş etiğinin tarihe bakıldığında pek de dikkate alınmadığı görülecektir. Çünkü savaşta tarafların etik davranmasını sağlayacak yaptırımı olan kurallar bulunmuyor. Bu manada savaşta geçerli tek kural vardır o da galip tarafın koymuş olduğu kurallardır. Oysa İslâm dini savaşta uyulacak etik kurallara dinî bir hüviyet kazandırmış, uhrevî yaptırımlarla bu kuralların tatbikini sağlamıştır. Savaşın icrası sırasında İslâm’ın uyulmasını emrettiği temel bazı ilkeler şunlardır.ASKER VE SİVİLLERE İŞKENCE YAPILMAMASITarihte ve günümüzde Müslümanlar çeşitli işkencelere maruz kalmalarına karşın İslâm, işkence yapmayı kesinlikle haram kılmıştır. Çünkü İslâm’a göre insan yaratılmışların en şereflisidir. Bu bağlamda insan, kendisine tanınan izzet ve şereften ötürü doğuştan gelen ve dokunulmaz olan bazı hak ve özgürlüklerle donatılmıştır. Bunların başında insanlık şerefine yakışır biçimde yaşama hakkı ve buna bağlı diğer haklar gelmektedir. Bu haklar başkaları açısından dokunulmaz kabul edilmiş ve bu haklara yönelik her türlü tecavüz haram kılınmıştır. Hz. Peygamber savaşa bir ordu ya da seriyye gönderirken, savaşın özünde ölüm ve kan dökmek olmasına rağmen, savaşa katılacaklara işkence ve eziyetten uzak durmaları talimatı vermiştir.SİVİLLERE VE MASUM HEDEFLERE SALDIRMAMASavaşan askerler için ölüm, savaşın tabiî bir neticesidir. Fakat savaş tarihine şöyle bir göz gezdirildiğinde savaşlarda sadece askerlerin ölmediği hemen göze çarpar. Tarihi bir hakikattir ki çoğu galip güç, ele geçirdiği ülkedeki kadınların ırzına tasallut etmiş, sivil vatandaşları yaşlı çocuk demeden katletmiş hatta daha da ileri giderek bazen bir milletin yok edilmesi adına soykırım faaliyetlerine girişmişlerdir. Galip güçleri bu katliamdan alıkoyan uluslararası bir yaptırımın bulunmayışı ya da etik kuralların göz ardı edilmesi bu tip vakaların sayı olarak artmasına neden olmuştur. Öldürmekten çok yaşatmayı gaye edinen İslâm dini, savaş gibi bir ortamda dahi sivil can kayıplarını önlemeyi amaçlamıştır. Karşı tarafta zayiat açmak olan savaşın bu gayesini sadece savaşa katılanlarla sınırlamış, savaşa katılmayan kadın ve çocukların öldürülmesini ise yasaklamıştır. Anne ya da babalarının yapmış oldukları düşmanlık nedeniyle çocuklarının da cezalandırılması şeklindeki terörist bir anlayışı İslâm dini ilga etmiştir.DÜŞMAN ÖLÜLERİNE ZARAR VERMEMESavaş ortamlarında sıkça işlenen bir suç daha vardır ki o da düşman askerlerinin cesetlerini kulak, burun veya parmak gibi organlarını kesmek suretiyle parçalamaktır. Bu davranış diğer toplumlarda olduğu gibi İslâm öncesi müşrik Araplarda da mevcuttu ve buna “müsle” denilmekteydi. İslâm tarihinde bunun en akılda kalıcı örneği Uhud harbinde şehit edilen ve Hz. Peygamber’in amcası olan Hz. Hamza’nın cesedine yapılan müsledir. Hz. Hamza’nın bedenini, karnı yarılmış ve erkeklik organı kesilmiş bir halde gören Müslümanlar, “Eğer zafer kazanırsak bizler de şunu şunu yapacağız” diye yeminler etmeye başlayınca şu ayet nazil olmuştur: “Ceza verecek olursanız size yapılanın misliyle cezalandırın. Ama eğer sabrederseniz bilin ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” Hz. Hamza’ya yapılan müsle sebebiyle Allah resulünün çok üzüldüğünü gören ve bunun intikamını almak isteyen Ebû Katâde’ye Hz. Peygamber, “Ey Ebû Katâde! Sen yaptığın şeyin uzun müddet onların yaptıklarıyla birlikte kınanarak anılmasını ister misin?” buyurarak böyle bir çirkin bir eylem ile anılmak yerine daha erdemli eylemlerle hatırlanmayı tavsiye etmiştir.HAYVANLARA VE DOĞAYA KARŞI DİKKATLİ OLMAÇağdaşı olan toplumlar bırakın hayvan hakları konusunda bir kural getirmeyi, en şerefli varlık olan insanın bile izzetini koruyucu ilke ve kurallara henüz sahip değilken, İslâm dini, hayvan ve tabiatın savaş ortamında dahi katledilip yok edilmesini önlemek adına bazı kurallar getirmiştir. İslâm’a göre savaş ortamında canlı ve cansız varlıkların, savaşın seyrine bir etkisi yoksa imha edilmesi doğru görülmemiştir. Hz. Ebu Bekir, Şam’a gönderdiği bir orduya, meyve veren ağaçları kesmemelerini, mamur bir yapıyı tahrip etmemelerini, yemek gayesi dışında bir koyun veya devenin boğazlanmamasını, hurma ağaçlarının yakılmamasını emretmiştir.Asitanede vuslat gecesi: Tasavvuf kültürünün öncü ismi Ömer Tuğrul İnançer anıldıSon Halveti Pîri Nureddin Cerrâhi’nin 300 yıl önce İstanbul Karagümrük’te kurduğu dergâh, 21. Postnişîn araştırmacı, hukukçu, yazar Ömer Tuğrul İnançer’in vefatının 1. yıl dönümü için düzenlenen Tevhid (Birlik) Gecesi’nde yurt içinden ve dışından gelen postnişinler, hafızlar, ilim adamları ve sevenleriyle dolup taştı, yüzlerce yıllık Vuslat geleneği yeniden yaşandı.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir