Daha yüzyıl önce birlikte yaşıyorduk | Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri

Daha yüzyıl önce birlikte yaşıyorduk | Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri

yazar:

kategori:

geçtiğimiz hafta ülke gündemine dair iki konu başlığı toplumsal hafızamızda yer edindi. İlki A Milli Takım’ın Avusturya karşısındaki zaferiydi. Bu galibiyete hep birlikte sevindik. İkincisi ise Kayseri’de meydana gelen çirkin olay sonrası ülke genelinde bazı şehirlerimizde Suriyeli göçmenlere yönelik gerçekleştirilen provokatif eylemlerdi. Suriyelilere ait işyerleri yağmalandı, evler ve otomobiller ateşe verildi. Eylemler sonrası ‘göçmen karşıtlığı’ ve ‘göçmen sorunu’ yeniden medyanın gündemine oturdu. Yaşanan olayları ve Türkiye’de yaşayan Suriyeli göçmenlerin durumunu göç üzerine önemli araştırma ve yayınlara imza atan Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel ile konuştuk. Prof. Dr. Yusuf Adıgüzelİki kültür birbirinden uzak düşünülüyor Son günlerde medyada yeniden ‘göçmen sorunu’ tartışmalarına şahit oluyoruz. Göçmenlerle yerleşik halk arasındaki sorunu bir göçmen sorununu mu yoksa bir iletişimsizlik sorunu mu olarak mı görmeliyiz?Ev sahibi toplumla göç eden toplum arasında kültürel farklılığın çok olduğu düşünülüyorsa iki toplumun kaynaşması biraz daha zor oluyor. Göçmenlerin sayısının çok fazla olduğunu ve kendilerine benzemediğini düşünen ev sahibi toplum üyeleri kaygı duyabiliyor. Benzer şekilde göçmen toplum üyeleri de özellikle gelecek nesilleri için kaygı duyabiliyor. Bizim toplumumuzda Arap kültürünün Türk kültürüne çok uzak olduğu algısı var. Bu algı da özellikle sosyal medya tarafından besleniyor. Oysa ki Suriyelilerin önemli bir bölümü Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye geldi. Suriye’nin kuzeyindeki kültürel doku bizim Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin gibi sınır illerimiz ile çok benzer özellikler taşıyor. Ve çok değil, 100 yıl önce zaten bu iki toplum birlikte yaşıyordu. Birinci dünya savaşı sonrası çizilen sınarlar, iki toplumu bölmüş oldu. Suriye’nin kuzeyindeki dini, kültürel ve hatta (Türkmenleri de göz önünde bulundurursak) etnik olarak bize yakın olan toplum ile aramızda bir bariyer kurdu. Ama akrabalar, aynı aşiretin mensupları, aileler sınırın iki farklı tarafında kaldılar. Türk toplumunun özellikle Suriye’nin kuzeyinden gelen kişilerle çok büyük bir kültürel farklılığı olmamasına rağmen, genel olarak Arap kültürünün farklı olduğu düşüncesi, Suriyeliler ile aramızda bir bariyer örüyor. Suriyeliler’in 2011’de başlayan Türkiye’ye göçlerinin üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen hala yeterince kaynaşmanın olmamasını sosyolojik olarak ele almamız, neden ve sonuçlarını yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Göçmen sorununu bir anlamda alevlendiren ve insanları daha köşeli hale getiren argümanların sosyal medya üzerinden ilerlediğini gözlemleyebilir miyiz?Özellikle sosyal medyada Arap toplumuna karşı olan olumsuz algıyı körükleyen bir grup var maalesef. Bu kişiler kesinlikle iyi niyetten uzak bir şekilde, çoğunlukla yalan ve yanlış bilgileri yayarak, sosyal medyada ırkçılığı ve göçmen karşıtlığını yayıyorlar. Geçtiğimiz günlerde Kayseri’de ve farklı yerlerde meydana gelen göçmenlere yönelik şiddet olaylarının doğal bir toplumsal tepki olduğunu düşünmüyorum. Türk toplumunda olumsuz bir algı ve göçmen karşıtlığı olsa da, bu kendiliğinden bu kadar şiddet içerikli bir toplumsal harekete dönüşmez. Bu olaylar kesinlikle karanlık bir el tarafından kurgulanmış ve Türkiye’yi uluslararası alanda zor durumda bırakmaya yönelik, büyük bir ihtimalle uluslararası istihbarat elemanlarının işi gibi duruyor. Toplumumuzda göçmenlere karşı birikmiş bir enerji var. Bir tepkisellik var. Bunu gözardı edemeyiz. Ancak işin insanların mallarına ve canlarına zarar vermeye kadar götürülmesi, yağmaya varması, evlerin, araçların yakılmasına kadar gitmesi, hatta Antalya’da geçen hafta Suriyeli bir gencin öldürülmesine kadar gitmesi olayların belli bir odak tarafından yönlendirildiğini gösteriyor. Kısacası bu doğal bir tepki değil, bazı kişilerin kullanılarak başlatılan manipülatif bir toplumsal karmasa girişimi. Olaylar bilinçli ve eş zamanlı Yaşanan yağma ve şiddet olaylarını “Türk haklınının tepkisi” olarak okunması doğru değil o halde?Bu olaylarda suç odaklı hareket edecek bir kitlenin harekete geçirildiğini söyleyebiliriz. Olaylardan sonra gözaltına alınan yaklaşık 500’e yakın kişiye baktığımızda bu kişilerden 300’e yakını cinsel suçlar, hırsızlık, yağma, alıkoyma ve cinayet gibi yüz kızartıcı suçlardan sabıkalı. Bizim hiçbir şekilde tasvip etmeyeceğimiz Türk toplumuna yakıştırmayacağımız ne kadar suç varsa bunların bir veya birkaçını işlemiş bir güruh tarafından bu eylemin yapıldığını görüyoruz. Peki, “Türk toplumu tepki gösterdi” dediğinizde bu kadar suça karışmış bir güruh mu Türk toplumunu temsil ediyor? Tabi ki etmiyor. Bu eylemlerin failleri bu toplumun sağduyusu falan değil. Onlar Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlarına karşı, Türkiye’nin Suriye’deki bazı bölgeleri güvenli bir bölge haline getirip Türkiye’deki Suriyelilerin güvenle dönmelerini sağlayacak adımlara karşı bir operasyon yapmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor. Aynı zamanda Suriye’de de Türklere karşı birtakım gösteriler yapıldı. Her iki ülkenin aynı anda tepkiler göstermesi bir tesadüf mü?Bu iki olayın eş zamanlı olması bile başlı başına zaten, bu olayların bazı odaklar tarafından bilinçli bir şekilde yapıldığını ve yönlendirildiğini gösteriyor. Doğal bir halk tepkisi olmadığını ortaya koyuyor zaten. Hatta geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin’in görüşmesi vardı biliyorsunuz. Suriye de bu görüşmenin önemli bir gündem maddesiydi hatırlarsanız. Kayseri’de ve Suriye’nin kuzeyinde yaşanan olaylar, Türkiye’nin elini zayıflatmak için yapılmış hareketlerdir. Erdoğan’ın Esad ile görüşülebilir açıklamasından sonra, uluslararası kamuoyuna karşı Türkiye’yi zor durumda bırakmayı hedefleyen ve toplumsal barışı zedeleme gayesindeki bu olayların birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’yi seven bu toplumun gerçek savunucuları, hem ulusal, hem de uluslararası arenada ülkesinin elinin güçlü olmasını ister. Yaşanan olumsuz olaylar ise Türkiye’yi zor durumda bıraktı. Olayları başlattığı iddia edilen bireysel bir durum var. Kim yaparsa yapsın suç bireyseldir. Devlet ve resmi makamlar gerekeni yapacaktır. Bir kişinin suçundan dolayı bir topluma fatura çıkarmak, şiddet olayları başlatmak, daha sonra utanacağımız bir leke olarak tarihimize yazılabilir. Öyleyse bu yapılan gösterilerin provokasyon olduğu söyleyebilir miyiz?Türk toplumuyla Suriye toplumunun yaklaşmasını istemeyen arka planda çalışan art niyetli bir grup bir güruh var. Art niyetli çalışan siyasi partiler, siyasi parti liderleri var hatta. Kayseri’de yaşanan ve kesinlikle tasvip etmediğimiz olayların da arkasında bazı siyasi parti liderlerin söylemleri var. Avrupa’da da Türkiye’de de, ırkçı eylem ve söylemlerin arkasındaki en büyük neden siyasi parti liderleri ve medyadır. Yoksa bunun dışında toplumun verdiği tepkiler, doğrudan bir göçmenle yaşadığı sorundan kaynaklanan bir tepki değil. Özellikle sosyal medyada çok fazla yalan haber dolaşıyor. Bazı sosyal medya kullanıcıları bilmeden bu söylemlere alet olurken, asıl problemli olan bilinçli bir biçimde yalan haberleri yayan, özellikle tanınmış siyasi liderlerdir. Bir siyasi parti lideri hiç utanmadan, yüzü kızarmadan sürekli “13 milyon Suriyeli” deyip duruyor. Böyle bir rakam yok. Bu yalan üzerinden sürekli kara propaganda yapılıyor. İçişleri Bakanlığı tüm göç istatistiklerini haftalık yayınlıyor. Şu anda geçici koruma altındaki Suriyelilerin sayısı 3,1 milyon. Arada 10 milyon gibi kocaman bir abartı var. Bu abartılı rakamlarla toplumun göçmenlere karşı olan tepsini artırmak istiyorlar. Abartılan rakam dahi şu anki Suriye nüfusunun yarısından daha fazla. Bu abartı yüzünden ev sahibi halkın da endişeleri de büyüyor…Göçmen sayısının çok çok abartılması, Türk toplumunu endişelendiriyor. Doğal olarak “Bu kadar büyük bir kitleyi bu toplum nasıl kaldıracak?” diye bir kaygı ortaya çıkıyor. Ekonomik zorluklar da göçmen karşıtlığını, Suriyelilere karşı olumsuz algıyı artırıyor. Devletin ve toplumun “Suriyeliler’e baktığı” ve “yardım yaptığı” gibi söylemler üzerinden göçmenlerin büyük bir yük olduğu algısı oluşturuluyor. Türkiye’deki göçmenlere eğitim ve sağlık hizmetleri ücretsiz sunuluyor. Ancak bu insanlar kesinlikle yapılan sosyal yardımlarla geçiniyor değiller. Kızılay’ın AB desteğiyle vermiş olduğu 150 TL’lik bir yardım kartıyla bu insanlar yaşayamaz. Her ailede çalışabilecek durumda olan herkes bir şekilde çalışıyor. Çalıştıkları işlerin büyük çoğunluğu da Türklerin yapmak istemediği emek yoğun, çok çalışılıp az para kazanılan işler. Özellikle tarım, hayvancılık ve hizmet sektöründe işgücü ihtiyacının önemli bir kısmını göçmenler karşılıyor. Aslında ekonomik olarak önemli bir katkı sunuyorlar.İnanç toplumun en büyük mayasıdır Göçmenlerin uyum süreciyle ilgili pek çok proje yapıldı. Siz de birçoğunda yer aldınız. Göçmenler ve yerleşik halk arasındaki bağı nasıl yorumluyorsunuz?Birlikte yaşama açısından 13 yıl kısa bir süre değil. Ancak toplumsal birlikteliğin sağlanması açısından düşündüğünüz de çok kısa bir süre. Çünkü toplumsal uyum için en az bir kuşağın geride kalması olması lazım. Bugün biz Almanya’da dördüncü kuşaktayız ve hâlâ Almanya’daki Türklerin entegrasyon ve uyum sorunlarından bahsediyoruz. Almanya’daki Türklerin milli takım maçlarında fazla sevinmesi Almanları hâlâ rahatsız ediyor mesela. Türkiye’nin son 16 turundaki maçını Alman devlet kanalı canlı vermiyor. Oysa Türkiye’deki Suriyelilerin uyum süreci, Almanya’daki Türklerin uyum sürecinden çok daha kolay olacak bir süreçtir. Çünkü bizim algımızdan daha yakın bir kültürel yakınlığımız var. Suriye ve Türk toplumu arasındaki kültürel kodlar yüzyıllardır birlikte yaşayarak oluşmuştur. İnanç farklılığı yok. Ve inanç bir toplumun en büyük mayasıdır. Aynı kıbleye dönmek, aynı yere secde ediyor olmak insanları buluşturan, kaynaştıran çok önemli bir şeydir. Bu inanç ve kültürel yakınlık mutfakları da birbirine yakınlaştırıyor. Aile kurmayı, komşuluk yapmayı, arkadaşlık yapmayı ve birlikte iş görmeyi kolaylaştırıyor. İnanç, iki toplumu kaynaştıran önemli bir çimento görevi görüyor.Ötekileştirerek göçmen kimliği inşa ediliyor Türkiye’deki Suriyelilerin statüsü şu anda bir ‘mültecilik’ statüsü değil. Türkiye’de geçici koruma statüsü altında bulunuyorlar değil mi?Evet. Bu geçicilik de Türkiye’deki Suriyelilerin toplumla bütünleşmesinin önündeki engellerden bir tanesi aslında. Sürekli ülkelerine geri gönderilmekten bahsedilen bir topluluk var. Bu da özellikle birinci kuşağın dil öğrenmesini ve resmi diğer işlerde biraz daha yavaş hareket etmesine neden oluyor. Ancak Türkiye’deki Suriyelilerin yarısına yakınını 18 yaşından küçükler oluşturuyor. Çok büyük bir bölümü Suriye’den daha uzun süre Türkiye’de yaşadı. Yeni kuşaklar Türkçe’yi Arapça’dan daha iyi konuşabiliyor. Türkiye’de doğup büyüyenler doğal olarak kendilerini Türkiye’ye daha fazla ait hissedebiliyorlar. Ancak Suriyelileri dışlayarak, ötekileştirerek, düşmanlaştırarak Türkiye ile gönül bağlarını koparmak isteyen ırkçılığa varan söylemlerin de olduğu aşikar. Bu tür söylemleri geliştirenler aslında göçmenlere bir kimlik kazandırıyorlar. Diasporik özne olarak kendilerini tanımlamalarına, ayrışmalarına, kendi içlerine kapanmalarına neden oluyorlar. Yani milliyetçilik maskesi altında bazı kişiler, bir Suriye milliyetçiliği inşa ediyorlar. Ancak bu yaptıkları kesinlikle birlikte yaşama ve toplumsal barışa hizmet etmiyor. Göçmenleri için “geri gönderme” söz konusu mu?Uluslararası hukuka göre şu anda geri gönderme mümkün değil. Ancak gönüllü geri dönüş olabilir. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge inşa etmiş olması yüzbinlerce insanın gönüllü olarak geri dönmesini sağladı. Ancak Türkiye’deki olayla eş zamanlı olarak Suriye’de ortaya çıkan provokasyon aslında geri Türkiye’nin güvenli bölgesini de tehlikeye atan ve göçmenlerin geri dönmesini neredeyse imkânsız hale getiriyor.Çöpten sinema evine bir Yeşilçam hikayesiAdana’da uzun yıllar sinema makinistliği yapan Sabri Şenevi, küçük yaşlardan bu yana biriktirdiği yüzlerce film, afiş ve sinema makineleriyle evini müzeye dönüştürdü. Evine gelen ziyaretçilere nostaljik filmler izleterek eski anılarına yolculuk yaptırıyor.Asırlık gelenekler Kültür Yolu’nda yaşatılıyorDört yıldır farklı şehirlerde düzenlenen Türkiye Kültür Yolu Festivali, Karadeniz’in yeşil doğasına Akdeniz’in sıcak iklimine kadar her şehrin kendi özgün geleneklerini, el sanatlarını, yerel lezzetlerini ve kültürel etkinliklerini ziyaretçilere sunuyor. 16 şehri dolaşan Kültür Yolu Festivali Bursa’daki “Çiçeklerin Düğünü” İpek İğne Oyası Sergisi ile “Coğrafya Geleneğin Kaderi: İznik Sergisi”ni, Trabzon’daki “Coğrafya Geleneğin Kaderi: Trabzon” Sergisi gibi etkinliklerle o şehrin ve bölgenin asırlara dayanan kültürel değerlerini ön plana çıkartmaya devam ediyor.Boş şişeler artık para basacakEvimize her gün giren sayısız sıvı şişeleri artık çöpe değil paraya dönüşmesi için ilk adım atıldı. Sıfır atık Projesi çerçevesinde hayata geçirelecek olan Depozito Yönetim Sistemi (DYP) pilot uygulamasıyla ülkemizde başladı. 2025 yılında tüm yurtta hayata geçirilecek proje çerçevesinde 25 milyara yakın ambalaj geri dönüşüme girecek ve yıllık 20 milyarlık tasarruf sağlanacak.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir