Farklı dil aynı insan! | Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri

Farklı dil aynı insan! | Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri

yazar:

kategori:

Servet Sena Sorkunİlk baskısı 1969’da yayımlanan “İşte İnsan -Ecce Homo-” elli dört yıl sonra Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından gözden geçirilerek yeniden basıldı. Azra Erhat’ın dört yıllık çabasının ürünü olan eser insanı insanca anlattığından bunca yıllık araya rağmen hâlâ güncel. Zaten takdir edersiniz ki çağlar değişse de kendimizi anlama serüvenimiz hiç sonlanmıyor. Yazarın dilinden ifade etmek gerekirse “Öyle ya insan insan olalı ne söyledi ki? Hep kendini söylemeye, çeşitli çağlarda, çeşitli kılıklarda, çeşitli koşullar içinde kendinin ne olduğunu anlamaya, ne olmak istediğini söylemeye çalıştı. Homeros’tan Yunus’a hep aynı değil mi söylenmek istenen…”Eserde geçen mitolojik hikâyelere, çağları ve ulusları aşan anlatım yolculuğuna bakılırsa zamanın bahşettiği farklılıklar içinde debelense de insan, hep aynı insan. Bu minvalde görünürdeki zıtlıklarımız bizi değiştirmeye yetmiyor. Aydınlığın da karanlığın da tek bir varlığın görünüşünü oluşturması gibi.YENİDEN İNSANI ANLAMAKYazar “Orta Çağ’dan bu yana bir arpa boyu yol alamadı mı insan?” diye sorarak akan zaman ile yaşananların sadece bizdeki değişime dair bir illüzyonun ürünü olabileceğini sorgulatıyor. Erhat’ın buna ilişkin tarihi argümanları ise kuvvetli: Dini gücünü kullanarak keyfi yönetimini zorbalığa dayandıran Papalığın yıllar içinde şekil değiştirse de devam etmesi; bu din ticareti düzenine karşılık halk düzenini getirmeye çalışan Martin Luther’in geldiği yeri unuturcasına Alman köylü isyanında onların ölüm fetvasını vermesi; herkese özgürlük, eşitlik ve kardeşlik sloganları ile yola çıkan Fransız Devrimi’nin yalnızca halkın burjuvazi sınıfına iddia edilen bu hakları getirmesi. Hâl böyle olunca insanlığın arayışı sınıf, parti veya ideoloji devrimleri ile değil ancak mutluluk devrimi ile son bulabilir. Bu devrim ise çağlardan beri görüleceği üzere bitimsizdir. Eserde insanca bir anlatıma başvurulduğunu yazımın ilk paragrafında ifade ettim. Bunun sebebi ise eserin diline hâkim olan içten diyaloglar. Kalemiyle okuyucusu için kendini sorgulayan yazar bu yolla aktarıyor düşüncelerini. Ona göre düşünme süreci, kendi içinde seyreden “içi birbirine zıt fikirlerin çarpıştığı bir savaş alanıdır.” İnsan gibi dipsiz bir konuyu ele alması hasebiyledir ki kendisiyle sohbet ederken bir anda kızıveriyor ve had bildiriyor kendisine yazar. Dolayısıyla zannımca Erhat’ın eserinde insanı tanıyıp tanıyamadığı her okuyucunun takdirine göre değişecek bir husus olsa da onun her şeyden önce kendini tanıyan ve sınırlarını bilen, -yazarın deyimiyle- “namuslu” bir aydın olduğu gönül rahatlığıyla söylenebilir. Bunu fark eden okuyucunun devrik cümlelerle gelen anlatım kopukluklarına aldırış etmesi pek olası gözükmüyor. Ayrıca eserde sıklıkla tercih edilen şiirsel anlatım da metinler arasına serpiştirilen şiirler karşısında eğreti durmadığından anlatımı sekteye uğratmıyor.DİL ÜZERİNDEN İNSANI ANLAMAKİnsanı anlamak için dili anlamanın kaçınılmaz olduğunu bilen yazar dilbilimsel metotlarla kelimelerin kökenlerine inerek filolog kimliğini ustaca konuşturmuş. Bu noktada “İşte İnsan/Adam” manasındaki Latince “Ecce Homo” ifadesinin kökeninin İncil’e dayandırılarak aktarıldığını belirtelim. Esere ismini veren bu söz Yahudilerce çarmıha gerilmesi istenen Hz. İsa için onu suçsuz bulan Roma valisince söylenmiş. Bu arada insan kelimesinin kökeni olan “homo” latince toprak anlamına gelen “humus” ve batı dillerinde tevazu, mütevazi anlamlarını karşılayan “humilis”, “humble” kelimelerinin aynı kökten türetildiğini eserden öğrendim. Okuma esnasında siz de bu gibi farklı dillerde kullanılan birçok kelimenin tarihi kaynağını ve aslında bunların ortak insanlık mirasından türetildiğini öğrenebilirsiniz.Modern çağda her ne kadar insana dair bazı çıkarım ve tavsiyeler yeni olduğu iddiası ile bizlere sunulsa da insanlık tarihinin oluşturduğu mirastan hakkıyla istifade ettiğimiz söylenemez. Gerçekten eserde yer verilen kutsal kitaplarda ve mitolojide geçen hikayeleri, Antik Yunan, Roma ve Anadolu’da insana dair oluşmuş öğretileri incelerken birçok özelliğimizin zamanla sadece şekil değiştirdiğini fark ettim. Öte yandan bunlar da adeta kelimeler gibi ortak temellere ve geçmişe dayanmakta.Erhat insanın bugün tek onurunun “doğaya meydan okumak, füzeleri uçurtup uzaya ulaşmak” ve hatta “Tanrı’yı yok edip İnsan-Tanrı’yı yerine koymaya çalışmak” olduğunu yazıyor. Ayrıca iki yüz yıllık batı düşüncesini Hegel ve Nietzche’nin yazdıklarını da içeren -yazarın kutsal kabul ettiği- kitaplardan kurtulmaya çalışmakla eleştiriyor. Bu yüzden Erhat’ın -her ne kadar yer yer “Karasakallı Feylesof” diye takıldığı Platon’a tatlı sitemlerine şahit olsak da- onun sadece iki bin beş yüz yıl önce ölmüş gitmiş bir insan olarak basitleştirilemeyeceğini, bugün de bu kadim filozofun yazdıklarından kurtulmadığımızı ve kurtulmamamız gerektiğini hatırlatması önemli. Esasen insanlığın Yunan’dan çok önce Sümer, Mısır ve Babil’de uygarlık kurduğu bilinse de “insan ölçüsünde insan uygarlığının” ilk olarak Yunan ve özellikle Anadolu’da kurulduğunu iddia ediyor Erhat ve bu yüzdendir ki Homeros ile Yunus’un birleştiği seçilmiş dörtlüklerle sonlandırıyor kitabını.Kış Yanıkları: Öteki nedir berikiler iyi bilir


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir