Film çekerken işgalcilerle mücadele etmeniz gerekiyor | Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri

Film çekerken işgalcilerle mücadele etmeniz gerekiyor | Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri

yazar:

kategori:

İngiltere’de 1978 yılında dünyaya gelen Farah Nabulsi, Filistinli bir anne, babanın dört çocuğundan biri. Londra’da büyüyen Filistin asıllı İngiliz yönetmen Nabulsi, yıllarca bankacılık yapmış. Daha sonra 25 yıl sonra gittiği öz toprakları olan Filistin gezisinde işgalcilerin Filistin halkına yaptığı haksızlıkları gördükten sonra bankacılığı bırakarak bu insanların sesini duyurmak için sinema sektörüne girmiş. Nabulsi kurmaca filmler yazdığı, yapımcılığı ve yönetmenliğini yaptığı bir yapım şirketi kurmuş. Bankacılığı bırakıp yönetmenliğe ve senaristliğe adım attıktan sonra önce üç kısa film çeken Nabulsi, “The Teacher (Öğretmen)” adlı uzun metraj filmine imza atmış. “Today They Took My Son (Bugün Oğlumu Aldılar)”, “Oceans of Injustice (Adaletsizlik Okyanusları)”, ve “Al-Hadiya (Hediye)” isimli filmlere imza atan başarılı yönetmen Nabulsi, 2021’de kendisine BAFTA ödülünü kazandıran “Al-Hadiya (Hediye)” adlı kısa filmiyle 30’un üzerinde festivalden ödül kazanmış. Geçtiğimiz hafta da Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından 11. kez düzenlenen Boğaziçi Film Festivali BAFTA ödüllü ve Oscar adaylığı bulunan Filistin asıllı İngiliz yönetmen Nabulsi’nin “Öğretmen” filmiyle açılışını yaptı. Prömiyerini 48. Toronto Uluslararası Film Festivali’nde gerçekleştiren “Öğretmen” filmi aynı zamanda geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan’da düzenlenen 3. Kızıldeniz Uluslararası Film Festivali’nde “Jüri Ödülü”nü, başrol oyuncusu Saleh Bakri ise “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazandı. Biz de Farah Nabulsi ile bir araya gelip hayatını, sinemayı ve Gazze’de yaşanan soykırımı konuştuk.1970’lerde Birleşik Krallık’ta doğup büyüdünüz. Bize biraz çocukluğunuzdan, deneyimlerinizden ve hikâyenizden bahsedebilir misiniz?1978 yılında Birleşik Krallık’ta doğdum. Ebeveynlerimin ikisi de Filistinli ve Müslüman. Fakat onlar Birleşik Krallık’ta tanışmışlar. Bir bakıma biz mülteci değiliz çünkü babam annem ile tanıştığında Birleşik Krallık’ta eğitim alıyordu ve annem orada çalışıyordu. Ben de Londra’da doğdum, büyüdüm, eğitim aldım. İngiliz okullarına gittim. Genel olarak Birleşik Krallık’ta çok mutlu ve sağlıklı bir şekilde büyüdüğümü söyleyebilirim. Ama her zaman Arap ve Filistin mirasımı anladım ve sahip çıktım. Annem ve babam, çocukken bana ve kardeşlerime köklerimizin Filistin’den geldiğini ve bunun gurur duyulacak bir şey olduğunu hep söylerdi. Daha sonra büyüdükçe İsrail’in devlet yaratmak adına insanımızı zorla sürdüğünü ve Filistin’den geriye kalan kısımda askeri işgal altında yaşadıklarını anladık.Filistin’e seyahatim sonrası sinemaya evrildimBankacılıktan bir film yapımcısına evrilmişsiniz. Farklı alanlar arasında karar verirken zorluklar yaşadınız mı? Sinemayla nasıl tanıştınız?Film alanında hiç resmi bir eğitim almadım. Yatırım ve bankacılık alanında eğitim aldım ve üniversiteden mezun olduktan hemen sonra kurumsal bir hisse senedi bankeri olarak çalıştım. Daha sonra birkaç yıl boyunca bir işletme yürüttüm. Ancak sinemaya geçişte hiç zorluk yaşamadım, sanki bir çağrı gibiydi. Çocukluğumdan beri her zaman film, tiyatro ve dramayı sevmişimdir. Ama sinema da kendimi bulmam, yetişkin olarak ilk kez Filistin’e seyahat etmemden sonra orada yaşanan baskının ve adaletsizliğin, ne kadar sistemli ve kurumsallaşmış olduğunu kendi gözlerimle görmemle oldu. Birkaç yıl sonra, seyahatlerim sırasında gördüklerimi, hissettiklerimi ve duyduklarımı yaratıcı bir şekilde ifade etmem gerektiğine karar verdim. Önceki iki yıl boyunca yazdığım bazı kişisel yazılardan uyarlanmış kısa filmler yaparak işe başlamaya karar verdim. Seyahatlerim sırasında karşılaştığım insan hikâyelerini anlatmak istedim ve en çok ilgimi çeken film oldu. Kendimi eğitmeye başladım. Mesela; atölyelere katıldım, çevrim içi ustalık dersleri izledim ve geçmişte izlediğim filmleri farklı bir bakış açısıyla tekrar ziyaret ettim. Stanley Kubrick, “Sinemada en iyi eğitim, film yapmaktır” derdi ve buna kesinlikle katılıyorum. Ben de öyle yaptım. Derinlere daldım ve ilk üç kısa filmimi yazıp yapımcılığını üstlendim. Sonra nihayet ilk kısa filmim olan “The Present”ı yönettim ve şimdi yakın zamanda ilk uzun metrajlı filmim olan "The Teacher (Öğretmen"i piyasaya sürdüm. Beni gençliğimden itibaren tanıyan insanlar şu anda tam olarak olmam gereken yerde olduğumu söylüyorlar.Biraz önce sinemanın sizin için bir çağrı gibi olduğunu söylediniz. Sinema sizin için tam olarak ne ifade ediyor?Sinemanın; dünyanın şimdiye kadar tanıdığı en güçlü ve en anlamlı insani iletişim araçlarından biri olduğunu düşünüyorum. Sinemanın basma kalıp yargılara meydan okuma, sınırları aşma ve yanılgıların aynı zamanda yanlış anlaşılmaların üstesinden gelme gücü vardır. İnsanlığın bilinç ve vicdanını yükseltecek güce sahip olduğunu düşünüyorum. İnanıyorum ki sinema sanat formları arasında muhtemelen en çok katmana ve dinamiğe sahip olan türdür.Kimlik duygusu olmadan sanat yapamazsınızFilmlerinizde ülkenizde yaşanan trajedileri anlatıyorsunuz. Filmlerinizde sizden izler var mı?Bir keresinde bir sanat eleştirmeninin şöyle dediğini okumuştum: “Kimlik duygusu olmadan sanat yapamazsınız ama sanat yaparken aradığımız şey kimliktir.” Bu bende yankı uyandırdı. Filmlerimin hem bir Filistinli hem de bir insan olarak kimliğimi daha iyi tanımanın bir yolu olduğunu düşünüyorum. Yaptığım filmleri Filistinli olduğum için; Filistin halkına ve kolektif Filistin deneyimine zaten bağlı ve empati duyduğum için yaptım. Eserlerimde görmüş olduğunuz izler benim anne olarak bıraktığım izlerdir. Yakın zamanda fark ettim ki bütün filmlerimde ebeveyn çocuk dinamiğine yer vermişim. Filmlerimin tamamında var olan diğer yanımın ise; Filistin halkının içinde bulunduğu kötü durum ve onlarca yıldır yaşadıkları büyük adaletsizliğin karşısında hissettiğim derin acıdır. Şu anda Gazze’de yaşananlarla birlikte bu acının ne denli arttığını tarif edecek kelime yok.Ödüller zulme son vermede sesimizi duyuruyorFilmleriniz BAFTA ve OSCAR gibi önemli etkinliklerde aday gösterildi…Çalışmanızın bu kadar iyi karşılanması ve önceki kısa filmim "The Present” gibi tanınıp ödüllendirilmesi her zaman harikadır. Daha geçen gün uzun metrajlı filmim “The Teacher”, Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde düzenlenen Kızıldeniz Uluslararası Film Festivali’nde Jüri Ödülü’nü, başrol oyuncumuz Saleh Bakri ise En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı. Elbette bu duygu her zaman güzeldir. Lakin şu anda Gazze’deki soykırımdan dolayı pek de mutlu hissetmiyorum.Neyse ki, ödüller ve takdirler çoğu zaman filmin dağıtımına yardımcı oluyor. Bu iyi bir şey ancak bir film yaparken sonuçtan kopmak önemli. Ayrıca önceki başarılarıma dayanarak gelen baskı ve beklentilerden de kendimi uzak tutuyorum. Anlattığım hikâyeye odaklanıyorum ve sonunda insanların zamanı geldiğinde çalışmalarımı görüp takdir edeceklerini umut ediyorum.Suudi Arabistan’da düzenlenen 3. Kızıldeniz Uluslararası Film Festivali’nin ödül törenine değinmişken, Saleh Bakri, “The Teacher” filmindeki rolüyle “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü aldı ancak törene katılamadı. Neler söylemek istersiniz?Gazze’nin yok edildiği ve Gazze halkının katledildiği bu dönemde ödüller benim ve Saleh için bir şey ifade etmiyor. Sadece devam eden bu zulme son vermede seslerimizi duyurmak için bir platform sağlıyor. Aynı kabul konuşmamda olduğu gibi.Film çekerken işgalcilerle mücadele etmeniz gerekiyor“The Teacher (Öğretmen)” filmi Boğaziçi Film Festivali’nin açılış filmiydi. Filmin yapım, çekim aşaması nasıl geçti?Bağımsız bir film çekmenin sıradan pratik ve lojistik sorunları dışında… Filistin’in Batı Şeria bölgesinde çekim yaparken, etrafınızda gerçek zamanlı olarak devam eden yerleşimci sömürgeleşmesi ve askeri işgal gibi durumlarla da mücadele etmeniz gerekiyor. İsrail askeri tarafından rastgele kurulan uçuş kontrol noktaları veya kapanan yollar gibi durumlar film yapım sürecinde oldukça sinir bozucu olabiliyor. Kanaatimce en büyük zorluk zihinsel ve duygusal olandı. Hikâyenin sert bir gerçeklikte geçtiği bir film yapıyorsunuz, o gerçeklikte çekim yaparken aynı zamanda o gerçeklik gerçek zamanlı olarak etrafınızda gerçekleşiyor. Karmaşık değil mi?Tıpkı çekim dönemimizin başlangıcında yasa dışı İsrailli yerleşimciler, hikâyemizin tam anlamıyla geçtiği Burin köyünde zeytin ağaçlarını yakıyorlardı ki bu da hikâyenin kendisinde geçiyor! Ya da bir sabah saat beşte film setine giderken yol kenarında bir çift ve altı küçük çocuğunu, yeni yıkılmış evlerinin enkazı önünde bulmak (bu da filme yansıyan bir olaydı). Başka bir gün İsrail ordusu Nablus şehrine girdi ve birkaç saat önce çekim yaptığımız yerden yaklaşık iki kilometre uzakta bir evi kelimenin tam anlamıyla havaya uçurdu ve bazı genç özgürlük savaşçılarını infaz etti. Hatta çekimlerin bir noktasında Gazze’ye tekrar bomba atmaya başladılar ki bu da Filistin’in her yerinde gerilimi artırıyor. Doğal olarak herkesi gergin hissettiren bu olaylardan ziyade benim için zor olan bu olayları zihinsel ve duygusal olarak sindirmeye çalışmaktı. Bu ortamda film yaparken pozitif kalmaya çalışmak, bir yönetmen olarak liderlik etmek ve aynı zamanda filmde gerçekliği doğru bir şekilde yansıtmak için yaşadığım baskılarla başa çıkmak zorunda kaldım. Bunlara ek olarak başka bir düzeyde filmin yapımcısı olarak herkesi güvende tutmanın ağır sorumluluğunu dengelenme ihtiyacının yanında aynı zamanda büyük bir olay patlak vermeden filmi bitirme isteği ve ihtiyacı vardı.Dünyada ahlak çökmüşŞu anda Gazze’de yaşanan soykırım hakkında neler söylemek istersiniz? Bütün dünya tepki gösteriyor ama İsrail soykırıma devam ediyor…Dünyada yaşanan bu çifte standart, iki yüzlülük ve ahlakın çöküşünden boğulmuş durumdayım. Filistin hakkında görüşümüz ne olursa olsun bu durum hepimizi endişelendirmeli. Çok rahatsız edici ve tehlikeli bir emsal teşkil ediyor. Bir hastalık kol geziyor. ABD Güvenlik Konseyi’nin soykırımı sona erdirmek için yaptığı son oylamadaki vetosu ile açıkça finansal ve diplomatik olarak İsrail’in Filistinlilere karşı soykırımını destekliyor ve suç ortağı oluyor. Biz bunu her zaman biliyorduk ama dünyanın geri kalanı bunu artık bariz bir şekilde görebiliyor! İleriye adım atacak vizyonerlerin, gerçekten cesur liderlerin hayalini kuruyorum. Müşterek olarak acımızı tarif edecek bir kelime yok. Geri adım atmamak önemli ve ayrıca hükümetlerimizden yalın sözler yerine gerçekten harekete geçip baskı göstermelerini talep etmeliyiz. Herkes çevrim içi ortama katılmalı ve boykot, yatırım çekme ve yaptırım hareketlerine destek vermeli. Görünen o ki iyi niyetli insanların değişiklik yapmasının tek yolu bu. Gazze’de bir ailem olmadığı için minnettarım. Onlar Batı Şeria’dalar, ama son 2 aydır kaybedilen tüm yaşamlar ve orada ailesi olan tüm insanlar için her 6 dakikada bir yüreğim parçalanıyor. Filistin’in içindeki veya dışındaki hiçbir Filistinli bir daha eskisi gibi olmayacak.Boğaziçi Film Festivali samimi bir etkinlikBoğaziçi Film Festivali ile ilgili neler söylemek istersiniz?Boğaziçi Film Festivali’nin, Gazze’deki gerçeklik göz önüne alındığında Filistin sinemasını öne çıkarmak ve yüceltmek istemesini gerçekten takdir ediyorum. Harika bir film seçkisi var ve festivalin açılışını The Teacher ile yapmak istemeleri beni özellikle onurlandırdı. Bu festival, sıklıkla filmlerle ilgili olmayan, gürültü ve gösterişe kapılan diğer festivallerin aksine gerçekten filmlere ve film yapımlarına odaklanmış samimi bir etkinlik ve yapımcıları destekleme konusunda gerçekten samimi. Buraya geldiğim için çok memnunum!Gazze’de yaşananlar tüm insanlık için bir sınavOnlar, çizgileriyle işgalci İsrail kuvvetlerinin iki ayı aşkın süredir Gazze’de öldürdükleri binlerce masum insanın sesi oldu. Çİzgileriyle bu katliamı bütün dünyaya duyurmak için çaba sarf ediyorlar. Türkiye’den Hasan Aycın, Mikail Çiftçi, Gülsemin Velidedeoğlu, Ayşe Raziye Özalp, Esra Abdulazizoğlu, Muammer Erkul, Ürdünlü sanatçı Tala Abunuwar, Suriyeli sanatçı Nadine Ghannoum ve Mısırlı Bassent Dawoud bu katliamın ‘sessiz çığlığı’ olan çizgilerini anlattı.En eğlenceli hayat dersini Nasreddin Hoca veriyor“Nasreddin Hoca Zaman Yolcusu: Dinozorlar Çağı” filminin yapımcısı Nurullah Yenihan, “Çocukların, karakterlerin maceraları aracılığıyla, zorluklar karşısında cesaretli olmayı, hedeflerine ulaşmak için birlikte çalışmanın değerini öğrenmelerini istiyoruz. Önceki filmlerimizde olduğu gibi, bu filmde de eğlenceli bir hikâye anlatımıyla önemli yaşam derslerini aktarıyoruz” diyor.Babam Osmanlı subayıydı: Mezarım bu topraklarda olsun istiyorumSuriye’nin eski Cumhurbaşkanlarından Mareşal Hasan Hüsnü Zaim’in kızı Nevine Zaim bir süredir İstanbul’da yaşıyor. Anne ve baba tarafının Türk olduğunu ve çocukluğunun Adapazarı ve İstanbul’da akrabalarının yanında geçtiğini söyleyen Zaim, “Babam Osmanlı subayıydı. Mezarım bu topraklarda olsun. Ana yurdumda, ay yıldızın altında öleyim istiyorum” diyor.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir