Kadare’nin köklerine döndüğü roman | Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri

Kadare’nin köklerine döndüğü roman | Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri

yazar:

kategori:

Şairin “Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!” dizesi, kaç yaşında olursak olalım anayurdumuz olan çocukluğumuza döndüğümüz anlarda dilimize dolanıp varoluşumuzun sloganı haline geliyor. İnsanın hayatını şekillendiren evden-ülkeden kaçmak istemesinin ve yıllar geçtikçe ona doğru çekilişinin edebiyatın temel motiflerinden birisi olması da boşuna değil. Hepimiz içindekilerle beraber büyüdüğümüz evlerin-ülkelerin çocuklarıyız nihayetinde ve nereye gidersek gidelim döndüğümüz yer o ev, o şarkı ve o kalp oluyor.Bunun en iyi örneklerden birisi çağdaş Arnavut edebiyatının en büyük ismi kabul edilen İsmail Kadare. Yazdığı romanlarla dünya çapında büyük başarı kazanan ve seksenden fazla eseri kırktan fazla dile çevrilen yazarın otobiyografik öğeler taşıyan son romanı Bez Bebek, Jaguar Kitap’tan çıktı. Yazar, 1994’te kaybettiği annesinin hatırasını yaşatmak için kaleme aldığı romanda, kendi çocukluğunu, gençliğini ve yazar olma serüvenini de anlatıyor. İsmail Kadare hayranları için yazarın evinin kapısını aralayan Bez Bebek, dili, kurgusu ve metaforik bağlantılarıyla okuru hızla içine çekiyor.OYUNCAK BEBEĞİN GİZEMİParis’te yaşarken kardeşinden aldığı bir telefonla annesinin ölmek üzere olduğu öğrenen Kadare, eşi Helena ile uçağa atlayıp Tiran’a gider. Bu uçak yolculuğu boyunca annesiyle ilgili tüm bir geçmiş yazarın zihnine hücum eder. Kitap boyunca annesine Bez Bebek diye hitap eden yazar bu çağrışımı ve tercihi şu cümlelerle anlatıyor;“… uzun zamandır annemin şiirlerdeki annelerden ziyade, dışına çıkmasının imkansız olduğu bir tür kara kalem ya da kurşun kalemle çizilmiş bir eskiz olduğu duygusu hakimdi bende. Yüzünün solgunluğu, özellikle de komşumuz, Cirokastra’nın ünlü gelin kuaförü Kako Pino’nun kendisine öğrettiği gibi pudra sürdüğünde, ona bir maskenin aşılmaz hareketsizliğini veriyordu. Daha sonra Japonya’ya yaptığım bir seyahatte, Kabuki oyuncularının beyazlığını ilk kez görünce tanıdık bir izlenim yaşayacaktım. Anneminkiyle aynı sırrı ifade ediyorlardı; oyuncak bir bebeğin gizemini, ama korkularından sıyrılmış halde.”EVİN ŞEKİLLENDİRDİĞİ İLİŞKİLERKitap boyunca annesini başrole yerleştiren İsmail Kadare’nin aslında bir başka kahramanı da 17 yaşına kadar içinde büyüdüğü gizemli ev. Bu evde yanlış anlamaların gölgesinde babaannesi ile annesi arasında devam eden gizli savaşı yer yer mizahi bir dille anlatan yazar, doğduğu evin mimarisinin bile pek çok şeyi şekillendirdiğini ima ediyor.“Bizimki gibi evler, soğukluğu ve yanlış anlamaları mümkün olduğunca sürdürmek için bilerek inşa edilmiş gibiydi. Bunu ilk fark ettiğimde beş-altı yaşında ya vardım ya yoktum. En başından beri, beni rahatsız eden ya da korkutan konularda sık sık olduğu gibi, onlardan da kaçmanın yollarını düşlerdim. Evimiz daha küçük olsaydı, tek katlı olsaydı ve girilmesi yasak olan gizli odaları, mahzenleri, sarnıcı ve zindanı olmasaydı her şey daha farklı olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyordum.”Sıra dışı bir anne-oğul ilişkisinin anlatıldığı romanda yazar, Bez Bebek’in iç dünyasını küçük bilgi kırıntılarından çıkarılan varsayımlar üzerinden kurguluyor.OTORİTESİNDEN FERAGAT EDEN BİR ANNEİsmail Kadare’nin yazar olma serüvenine dair pek çok anekdotun yer aldığı kitap, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Arnavutluk’taki siyasi atmosferi de aktarıyor. Kadare annesiyle arasındaki ilişkinin sanatına yansımasını anlatırken yine çıkarımları üzerinden konuşuyor;“Bazen onun hayatını zorlaştıran her şeyin sanatımda bana fayda sağladığı izlenimine kapılıyordum. Neredeyse kendini yaralamayı benim işime yarasın diye kasten seçtiğine inanacaktım. Sanki özgürlüğün bu kadar nadir ve zor elde edildiği bir dünyada bana mümkün olan tüm özgürlüğü vermek için kendini ruhani bir bez bebeğe dönüştürerek, bir anne olarak tüm özgürlüğünden ve otoritesinden feragat etmiş gibiydi.”Aile, Cirokastra’da bulunan evlerinde babaannenin vefatı ile başka bir döneme geçerken İsmail Kadare, Moskova’daki Yazarlar Birliği’nde kazandığı bursla yazın hayatına devam eder. Moskova’dan ve hayatına giren yazarlardan oldukça etkilenen Kadare büyüdüğü evi arkada bıraktığına inanır. Ancak hayat onu köklerinden gelen çağrıya kulak verdirerek memleketine yönlendirir ve ilk roman taslağını eski bir Arnavut şarkısının dizesinden hareketle yazmaya başlar.Kadare ailesi eski evlerinden çıkarak Tiran’a taşınır. Bu Bez Bebek için farklı bir dönemin başlangıcıdır. İsmail Kadare, Helena ile tanışıp evlendikten sonra Tiran’da iki küçük daire alınır ve iki aile karşılıklı dairelerde yaşar. Bez Bebek yazar oğlunun yönetmen, ressam ve sanatçılardan oluşan arkadaş grubuyla böylece tanışır. Bez Bebek’e temas eden herkes ona hayran kalır. Yıllar boyu soluk bir gölge gibi yaşayan kadın, bu ilgiden gizli bir haz alır. Yazar oğlu ise tüm olan biteni uzaktan sessizce ve tebessümle izleyip zihnine kaydeder.HERKES EN İYİ BİLDİĞİ YERE, ANNESİNE DÖNERİsmail Kadare’nin babasının vefatı Bez Bebek’i derinden sarsar. Ardından oğlunun hain ilan edilmesi ve Paris’te yaşamaya başladığı dönem gelir. Bez Bebek bu zor süreçlerin ardından hastalanıp ölür. İsmail Kadare annesini tabutun içinde gördüğünde zihninde onun kendisine yönelttiği o unutulmaz soru ve bu sorunun altındaki sancılı gerçek yankılanır;“…Sen şimdi Fransız mı oldun? O andan itibaren bu soruyu her hatırladığımda, alışmak yerine, hangi açıdan bakarsam bakayım aynı derecede tuhaf görünecekti. Anlaşılmaz olduğu kadar açık, çocuksu ve yaşlanmayan bu soru beni her zaman hazırlıksız yakaladı. Kısacası, tamamen onun tarzındaydı, mat olduğu kadar şeffaftı, yaşamla ve ölümle bir aradaydı. Muhtemelen o yüzden sorunun cevabını ancak şimdi, onu tabutta bembeyaz yatarken, yanaklarındaki hafif kırmızılıkla -oyuncak kutusundaki gerçek bir bez bebek gibi- gördüğümde bulmuş olmam bana doğal geliyordu.”Evinden koparak özgürlüğe koşan pek çok yazar gibi İsmail Kadare de onlarca kitaptan sonra annesini, evini ve geçmişini anlatan romanını yazarak eşsiz külliyatını Bez Bebek ile taçlandırır. Çünkü hemen herkes dönüp dolaşıp en iyi bildiği yere yani hem evi, hem şarkısı hem de kalbi olan annesine döner.Şule’ce yazmak, bir bahçıvan gibi… Yazar Şule Yüksel herkesin yazısını, kelimelerini, cümlelerini besleyen kendisi gibi kadın yazarlar çoğalsın diye emek veren yol gösteren yön veren, bu konuda bir kibre, kıskançlığa kapılmayan, fikir vermekte yol göstermekte asla hasislik yapmayan biriydiÖykülerim okurunu buldu diye seviniyorumAyşe Sevim öykü kitabına neden Kintsugi ismini seçtiğini şöyle açıklıyor: "Kintsugi ismini rüyamda gördüm, kitabım basılmıştı ve adı Kintsugi idi." Öykülerine gösterilen yoğun ilgiyi ise Sevim şöyle değerlendiriyor: “Kintsugi okurunu buldu diye düşünüyorum, buna çok seviniyorum. “Bir uyumsuzla birlikte yürümekYazın hayatına çevirmen olarak başlayan Tomris Uyar, asla vazgeçmediği öykücü kimliğini gün dökümlerinde, gazete yazılarında da ön plana çıkarır. Gün dökümlerini öykülerinden ayıran yegâne unsur, kurgusal olmayışlarıdır.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir