Ömer Okçu’nun eşi Sermin Okçu: Meğer eşim ünlü bir yazarmış | Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri

Ömer Okçu’nun eşi Sermin Okçu: Meğer eşim ünlü bir yazarmış | Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri

yazar:

kategori:

Minyeli Abdullah romanı değince hepimizin aklına Hekimoğlu İsmail gelir. Ancak Ömer Okçu ismini pek kimse bilmez. Gerçek isminden ziyade romanı ve müstearıyla kuşaklar arasında haklı bir üne sahip olan Ömer Okçu namıdiğer Hekimoğlu İsmail’in yarın vefat yıl dönümü (15 ocak 2022). 1932 yılında Erzincan’da doğan ve ilk orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra 1952 yılında Zırhlı Birlikler Okulu’ndan mezun olan Ömer Okçu görevli olarak gittiği Amerika’dan ilk yazılarını Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı Büyük Doğu mecmuasına gönderir ve Necip Fazıl’ın teşvikiyle de Türkiye’ye döndükten sonra da yazmaya devam eder. Okçu, orduda görevli olduğu için yazılarında müstear isim kullanır. Üne ise Hekimoğlu İsmail mahlasıyla Yeni Sabah Gazetesi’nde tefrika ettiği Minyeli Abdullah romanıyla kavuşur. Hekimoğlu İsmail adı işte bu romandan sonra kendi isminin önüne geçer ve bir süre sonra gerçek adı sadece yakın çevresinden bilinir.Hekimoğlu İsmail ile sağlığında iki defa buluşup kendi hikayesini dinlemiş bir gazeteci olarak vefat yıldönümünde de eşi Sermin Okçu’nun kapısını çaldım. Sermin hanımla hem Hekimoğlu İsmail mahlasıyla geniş kitleleri etkileyen eşi Ömer Okçu’yu konuştuk hem de İslami mücadelenin “içerdeki” hikayesini…Sermin hanım da eşi gibi Erzincanlı. Erzincan Kemaliye’de dünyaya gelmiş ancak küçük yaşta Erzincan merkeze taşınmışlar ve ilkokula burada başlamış. Babası Erzincan’da manifaturacılık yapan dindar bir esnafmış. “Babam okumayı da okutmayı da çok önemserdi. Kendisi Rüştiye’de okumuş ancak Çanakkale Savaşı yıllarında okullar kapanınca eğitimi yarım kalmış o da çalışma hayatına atılmış. Beni de ablamı da ilkokula gönderdi ancak ortaokulda o yıllarda kız çocuklarına beden eğitimi dersinde şort giydirip spor yaptırdıkları için babam bizi yazdırmaktan vazgeçti. Ancak erkek kardeşlerim okudu. 1950’de ilkokulu bitirdim ve ilkokuldan sonra Akşam Sanatı Okulu’nun Dikiş Bölümü’ne yazıldım. Bizim zamanımızda genç kızlar dikiş bilmek zorundaydı. Şimdiki gibi hazır konfeksiyon yoktu. Elbiselerimizi kendimiz dikerdik.”Akşam Sanat Okulu’na gittiği yıllarda kitap okumaya ve sinemaya da oldukça meraklı olduğunu söyleyen Sermin Okçu, o yıllarda kadınlar matinesi yapıldığını ve haftada iki üç gün Türk filmleri izlemeye gittiklerini dile getiriyor. Yine o yıllarda okuduğu Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanını ise hiç unutmamış.Okçu, dindar bir ailede doğup büyüdüğü için Akşam Sanatlar Okulu’na giderken başını yarım örttüğünü söylüyor ve ekliyor :”Zaten o yıllar başını örten genç kızlar benim gibi saçlarının ön kısmını gösterirdi. Başka türlü başörtüsü bağlamayı bilmezdik.” Şule Yüksel’den örtünmeyi öğrendik1960 yılında 22 yaşındayken evlendiğini söyleyen Sermin Okçu, “Bizim evliliğimiz ailelerin tavsiyesiyle oldu. Ama ben eşimi evlilik öncesi görmek istedim. Eşim de güya adres sormak bahanesiyle kapımızı çaldı. Kapıyı açtım ve sorduğu adresi söyledim. Bu bizim ilk görüşmemiz oldu. İkinci görüşmemizde ise nikah için fotoğraf çekilmeye gittik. Zaten 15 gün içinde evlendik, İstanbul’a geldik” diyerek evlilik hikayelerini anlatıyor. “İlk geldiğimiz semt Ümraniye’dir. O yıllarda tabi Ümraniye tam köy gibi. Ne bina var ne başka bir şey. Doğrusu o zaman da sonra da Ümraniye’yi hiç sevemedim. Sonra Üsküdar Sultantepe’ye geçtik iki yıl burada oturduk. Ardından eşimin tayini çıkınca Ömerli Köyü’ne taşındık iki yıl da orada oturduk. Alemdağ’a ve oradan da tekrar Ümraniye’ye ageldikten sonra ilk tanıştığı isimlerden birisinin Şule Yüksel Şenler olduğunu söylüyor. Bir grup asker eşiyle birlikte o yıllarda Bahçelievler’de oturan Şule Yüksel Şenler’i ziyarete gittiklerini hatırlayan Sermin Okçu, “Saç görünmeden başörtü bağlamayı bu ziyarette ilk bize Şule Yüksel Şenler gösterdi. Giyim kuşam konusunda kendisinden çok şey öğrendik. Yine o yıllarda Cağaloğlu’ndaki Milli Türk Talebe Birliği’nde hanımlara yaptığı konuşmayı hiç unutmam. Salon tıklım tıklım rengarenk başörtülü hanımlarla doluydu. Tük kadınları adeta o rengarenk başörtüleriyle salonda çiçek gibi açmıştı” dedi.Genç kızlar örtünmeye başladıSermin Okçu İstanbul’a geldiği ilk yıllarda başörtülü genç kızları sokakta görmenin neredeyse imkansız olduğunu söylerken Şule Yüksel Şenler’in öncülüğüyle birlikte yine o yıllardan itibaren başörtülü genç kızların sayılarının hızla arttığını dile getiriyor.Eve baskın olunca eşimin roman yazdığını öğrendim Eşinin yazma hikayesini ise şöyle anlatıyor: “Eşim ilk yıllarda liseyi dışardan bitirmek istedi, evde boş vakitlerinde imtihanlara çalışırdı. Yine o yıllarda gazetelere de yazmaya başladı. Daha sonra ise Hekimoğlu İsmail mahlasıyla Minyeli Abdullah romanını yazmış ancak kimseye söylemedi. Biz hala ders çalışıyor sanıyorduk. Yine askeriyeden bir arkadaşı vardı ve romanını bir tek ona gösterirmiş. Bize söylememesinin sebebi ise o yıllarda dindar ailelerin evlerine yapılan baskınlardı. Eğer baskın yapılırsa romanı imha edilir diye korkuyormuş. Nitekim Ümraniye’deki evimize yapılan bir baskın sonucunda eşim yargılandı ve biz de böylece Minyeli Abdullah romanından haberdar olduk. Bu olaydan sonra da 1969 yılında tayinimiz Ankara’ya çıktı.”Evde dini ders yapardıkİstanbul’da eşinin görevi nedeniyle dini ders toplantılarına katılmayan Sermin Okçu “Ama evde eşimle biz Said’i Nursi’nin Mektubat’ını okurduk. Yine eşim o yıllarda Necip Fazıl ile görüşür, Mahir İz’in toplantılarına giderdi. Ancak ben eşimin görüştüğü isimlerin aileleriyle de kendileriyle hiç tanışmadım. Çünkü eşim subay olduğu için izin günlerinde gizli giderdi. Yine başörtülü olduğum için ne lojmanda kaldık ne de askeriyenin ailelere yönelik ayrıcalıklarından yararlandık” diyor. Ancak Ankara’ya taşındıklarında İstanbul’a göre nispeten daha rahat hareket ettiklerini söyleyen Okçu, hanımların yaptığı dini ders toplantılara gidip gelmiş. Eşinin 1972 yılında emekli olmasıyla birlikte ise İstanbul’a dönmüşler ve hayatlarında yeni bir dönem başlamış.Dindar ailelerle aynı apartmanlarda oturdukİstanbul’a önce Sultanahmet daha sonra Laleli tarafında bir eve taşınmışlar en son Cerrahpaşa’ya. “Eşim emekli olduktan sonra daha çok dindar ailelerin oturdukları apartmanlardaydık artık. Daha rahattık” diyen Sermin Okçu, aynı zamanda Gülsen Ataseven önderliğinde bir grup kadının kurduğu Hanımlar İlim ve Kültür Derneği’ne de gidip geldiğini anlatıyor. Yine evlerde dini dersler yaptıklarını söyleyen Okçu, “Laleli’de Koska’dan alınan şeker derse gelen kadınlara ikram edilirdi. Koska Helvacılık’ın arkasında Derinkuyu Sokak’ta oturduğumuz Huzur Apartmanı’nda o yıllarda Korkut Özal, Rahmi Erdem gibi isimler otururdu. Münevver Sarıgül, Ayşe Hoca gelirdi derslere. Risale-i Nur dersleri yapılırdı. Yine Mehmet Kutlular’ın önce oturduğu Beyazıt’taki evinde daha sonra ise Fatih İtfaiye’deki evine uzun yıllar dini ders toplantıları için gittik ” diye anlatıyor o yılları. 45 yıl boyu oturdukları Cerrahpaşa’daki Söğüt Apartmanı’nın da yine o yıllarda dini derslerin yapıldığı bir apartman olduğunu söyleyen Okçu, eşinin hastalığından sonra ise çocuklarının yaşadığı Çengelköy’e taşındıklarını söylüyor.Son nefesine kadar yazmaktan ve okumaktan vazgeçmediEşi Ömer Okçu, yazılarını hem çocuklarına hem de eşine okutur, tashihlerini de onlara yaptırırmış. Hatta ilk Türdav Yayınları’nı ardından Timaş’ı kurduğu yıllarda sadece kendi yazılarını değil çıkaracakları kitapları da eşi ve çocuklarına okuttuğunu söyleyen Sermin Okçu, özellikle pek çok dünya klasiği eseri de bu yıllarda okuduğunu dile getiriyor ve ekliyor: “Monte Cristo Kontu romanını hala unutamam. Çok etkilenmiştim. İki ciltti ama çocuklar da ben de çok severek okumuştuk. “Eşinin iki kere felç geçirdiğini ve buna rağmen yazma ve okumaktan hiç geri durmadığını dile getiren Okçu, “İlk felç geçirdiğinde sol kolu tutmasa da yazmaya ve okumaya devam etti. Ancak ikinci felçten sonra yataktan kalkamadı. Gözleri de artık görmüyordu. Ancak asistanı Süreyya Yakut her gün gelir ona kitap okurdu, notlarını tutardı. İyice ağırlaşıncaya kadar okuma ve yazmadan hiç vaz geçmedi” diyerek Hekimoğlu İsmail’in son dönemini anlatıyor. Burada gözyaşlarını tutamayan Sermin Okçu, “Zorlu bir hayat yaşadı. Her an evimiz aranacak, hepse düşeceğiz korkusuyla yaşadık ama davamızdan hiç vazgeçmedik. Ben yaşadığımız tüm sıkıntılara rağmen eş olarak ondan razıydım. Rabbim de ondan razı olsun” diyerek eşinin ardından dua ediyor.Öğüdü duvarda çerçevedeİlk evlendikleri yıllar eşi Ömer Okçu ile Eyüp Sultan Camii avlusunda.Kucağında oğlu Osman Okçu ile birlikte.Eşinin vefatından sonra mezarına gidemediğini dile getiren Sermin Okçu, evde eşinin hastalığı döneminde yattığı odaya da hala girmekte zorlandığını söylüyor. Benim sohbet sırasında oturduğum kanepenin arkasındaki çerçeve içindeki şu yazıyı işaret eden Okçu, “Allah için işleyiniz/ Allah için görüşünüz/Allah için çalışınız/ Onun rızası dairesinde hareket ediniz yazıyor bak o duvarda. İşte bize sanki bu öğüdü bırakıp gitti. Onun hayatının özetini işte şu tablo içindeki sözler anlatıyor” diyor.İstanbul kitabelerinde Mustafa İzzet Efendi’nin imzası varTopkapı Sarayı’ndan Beyazıt Yangın Kulesi’ne, Nusretiye Camii’nden Cevri Kalfa Mektebi’ne, Sultan II. Mahmud Bendi’nden Galata Mevlevihanesi’ne, Babıali’den Darphane-i Amire’ye Yesârîzâde Mustafa İzzet’in İstanbul’daki abidevî eserlerde yer alan kitabeleri Oktay Türkoğlu tarafından tespit edilerek kitaplaştırıldı.Medya ve politikacılar İslamofobiyi köpürtüyorRoma Katolikleri ve Reform Kilisesi’nden sonra İslam’ın İsviçre’deki üçüncü büyük din olduğunu söyleyen İsviçreli Orta Çağ tarihçisi Walter Steffen, İsviçrelilerin İslam hakkında ikiye bölündüğünü belirtiyor. “Nüfusun yüzde 56’sı İslam’ın barışçıl olduğuna inanırken yüzde 44’ü bir tehdit olarak görüyor” diyen Steffen, İslamofobi sorununun sağcı politikacılar ve medya tarafından köpürtülerek sunulduğunu anlatıyor.Yüzyıllık dostluğun ortak değeri: Gül BabaTürkiye-Macaristan Dostluk Anlaşması’nın 100’üncü yıl dönümü vesilesiyle 2024 yılı Türkiye Macaristan Kültür Yılı ilân edildi. Türk-Macar dostluğunun sembolu 16. yüzyılda yaşamış bir Bektaşi dervişi olan Gül Baba’nın hikâyesi Kültür ve Turizm Bakanlığı ve TİKA’nın desteğiyle “Gül Baba ve Osmanlı Macaristan’ından Manevî Mîras” ismiyle kitaplaştırıldı.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir