Topluca okunan cinayet kitapları | Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri

Topluca okunan cinayet kitapları | Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri

yazar:

kategori:

GÜLÇİN DURMANSıcak bir yaz günü idi. Tıklım tıkış dolu Eminönü iskelesindeki telaşlı, acelesi olan yolcular arasından güçlükle sıyrılıp kendimi Boğaz vapuruna atabilmiştim. Bir umut dışarıya koştum, bir şey fark etmiyordu. Sıcak yine çok sıcaktı her taraf. Alt katta klimalı bölmede kuytu bir koltuğa geçtim ve çantamdan çıkardığım kitabın ilk sayfalarını okumaya başladım. Şöyle başlıyordu kitap…“Bir yaz günü idi. Boğaziçi’ne giden vapurlardan birisi köprüye yanaşıyordu. Acı bir düdük sesi bilete koşanların izdihamına neden sebep oldu. “Ama vapur kalkacak” diye bağıranlar, telaşla geçenler, hep o günkü ufak seyahatin, bir dakikalık sükûnetine tahammül edemiyordu. Bilet dağıtan memur o derece acele ettiği halde yine karşısında biriken halkın bu sabırsızlığına karşılık vermeden görevini yerine getirmeye çalışıyordu. Birer ikişer çekilmeye başladılar. Vapur da hareket ediyordu. Deniz? Lacivert tarafında yuvarlanan hafif dalgaların sessiz kederli şakırtısıyla doğa manzarasının en çok hoşa giden manzarasını oluşturuyordu…”Durdum etrafıma bakındım. Elimdeki kitabın bir Osmanlı polisiyesi olduğunu sanıyordum. Ancak kitabın girişi pek de öyle değildi sanki. Kitaba döndüm ve çok geçmeden bir iki sayfa sonra gizemli bir koşturmacanın içinde buluverdim kendimi. Daha sonra da kanlı vahşi cinayetler arka arkaya gelmeye başladı.“Katiller Salonu – Afyonlu Şerbet- Çilingirin Esrarı” isimli kitaptan bahsediyorum. Tarihçi Oğuzhan Dönmez tarafından yayıma hazırlanan kitap üç hikâyeden oluşuyor. Ve üçünün de ortak bir teması var. Cinayet! Bazen anlamlı, bazen de anlamsızca işlenmiş vahşi cinayetler bunlar. Bu kanlı ve tuhaf hikâyelerin ne manaya geldiğini merak ettim ve daha evvelden “İstanbul’da Bir Sene” ile “Niyazi-i Mısri Beş Mısra” kitaplarını hazırlamış olan Oğuzhan Dönmez’e bazı sorular sordum.Üç hikâyeden meydana gelen ilginç bir kitabı hazırladınız. Nasıl oluştu bu kitap? Evet, hakikaten ilginç bir itap oldu. Ben kamu yönetimi ve tarih mezunuyum ama dil, kültür, edebiyat ve sanat alanlarına da ilgim var. Google’da, sahaflarda veya bir kütüphanenin tozlu raflarında gezerken çok ilginç örneklerle karşılaşıyorum. Bir gün karşıma bu eserler çıktığında bir hazine bulmuşçasına sevindim ancak bu eserlerin günümüz Türkçesiyle kitaplaştırılmadığını görünce şaşırmıştım. Nasıl gözden kaçar acaba niçin kimse bu eserleri kitaplaştırmamış derken bu konuyu çok sevdiğim bir ağabeyime açtığımda peki sen niye yapmıyorsun dedi. Ben de bu eksikliği tamamlama, bu eserleri günümüz okuruna ulaştırma ve ilgilenenlerin edebiyat tarihimizdeki bu örneklerden istifade edebileceklerini de göz önüne alarak çalışmaya başladım. Bu kitapları yazarları hangi vakitlerde yazdılar tam bilemiyorum ancak bu eserler günümüz Türkçe’sine gündüzün aydınlığından ziyade gecelerin karanlığında yazıldı. Bu eser, gündüz maişet amacıyla bambaşka ve ilgisiz bir iş yapıp geceleri edebiyat, sinema, kültür ve tarih alanlarında soluklanma isteğiyle gezintiye çıkarak oluştu. Yaşadığımız çağda ve de özellikle kelime anlamı itibaryla en aşağı yer olan dünya hayatında nefes alabilme mekanizmalarına ihtiyacımız var. Kısmen hayat veren bu mekanizmalardan biri de bir eser meydana getirmek veya var olan ancak görülmeyen veya kaybolmuş bir eseri ortaya çıkarmak olsa gerektir. ÜÇ ESER BİR ARADABu hikâyelerin türü için hangi kelimeyi kullanmalıyız? Cinai mi yoksa polisiye mi demeliyiz?Bence cinai veya polisiye türleri iç içe geçmiş birbirlerinden ayrılmaları epey zor alanlar. Her cinai olan polisiyedir. Ancak her polisiye olan cinai olmayabilir. Bu eserler daha çok polisiye romana giriyor kanaatindeyim. Edebiyatımızın polisiye roman ile tanışması 19. yüzyılın sonuna doğrudur. Bu eser, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yazılmış üç eserin birlikte tek kitap halinde yayınlanmasından oluşmaktadır. Yazarlar hakkında pek fazla bilgi ulaşmamış bize. Bunu nasıl yorumlamamız lazım?Evet, yazarlar hakkında pek fazla bilgiye ulaşamıyoruz. Acaba pek tanınmak istemediklerinden midir yoksa arkalarında pek de fazla iz bırakmak istemediklerinden mi yoksa belki de bambaşka bir sebeple mi? Bunu tam olarak bilemiyorum ancak edebiyat tarihimizin ilk örneklerini veren ilk yazarlarından sayılan bu kişiler yol açma ve rehberlik etme açısından güzel faaliyetlerde bulunmuşlardır. Takdire şayan işleriyle bizlerin istifadesine sundukları eserler dolayısıyla her birine şükran borçluyuz. TOPLU KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞIBu hikâyeler yazıldıkları dönemde nasıl tepkiler almış? Buna dair bilgi var mı elimizde?Osmanlıda okuryazarlık biçimleri günümüz dünyasından çok daha farklı bir şekilde cereyan ediyordu. Günümüzün bireyselleşen toplumunun tekil okumalarından ziyade topluca okuma biçimleri söz konusu oluyordu. Böylelikle bir kitap birçok kişi tarafından okunmuş olabiliyordu. Görebildiğimiz kadarıyla çalıştığımız eserler bir süreli yayında yayınlanmış değildir. Dolayısıyla eserler ne kadar basılmış, satmış ve şu kadar adet okuyucunun eline ulaşmış tarzı bilgilere ulaşmak biraz zor olsa gerek. Ancak peş peşe yayınlanan polisiye dizilerin olması toplumda bir ilginin olduğunun da alameti olsa gerektir. Polisiye roman edebiyatımızda 19. yüzyılın sonunda ortaya çıkmaya başladı. Bu kitaptaki eserler; Malkaralı Osman Nuri’nin Katiller Salonu-Afyonlu Şerbet, Kırımlı Süleyman Sûdî’nin Çilingir’in Esrârı ve Hüseyin Nadir’in Ölüm Yolcusu isimli eserleridir. İlk iki eser meşrutiyet döneminde 1914’te, Ölüm Yolcusu ise Cumhuriyet sonrası 1926 yılında yayımlanmıştır. Dolayısıyla bu eserler polisiye edebiyatımızın ilklerinden sayılabilir.Kendine has şefin yaşama rehberiSağlık problemlerinden kendini önce öğrenmeye sonra mutfağa adayarak kurtulan Yeşim Kaya, insanlar faydalansın diye kaleme aldığı kitabında tecrübelerini ve bildiklerini aktarıyor.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir