Pazar günleri dedikodumu yapıyor olabilir | Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri

Pazar günleri dedikodumu yapıyor olabilir | Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri

yazar:

kategori:

Bu hafta sayfamıza bir şiirle başlayalım mı? “Ve yanılmıyorsam yalnız insanların, / Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman./ Mesela o zamanlar/ Mutsuz olduğunda insanlar,/ Yok olurmuş bazı dakikalar.” Bu satırlar Didem Madak’a ait. Madak’ın anlattığı pazar hepimizin zihninde canlanabilir. Çünkü haftanın son gününü yalnız geçirmek, daha doğrusu herkes bir aradayken tek olmak kolay olamaz. Bu hafta pazarları bir kez daha masaya yatırmak için şair-yazar Suavi Kemal Yazgıç’ın kapısını çalıyoruz. Kendisine ilk sorumuz şu: “Klasik bir pazar gününüzü tarif eder misiniz?” Yazgıç bize şunları anlatıyor: “Pazar günüm, pazartesi öncesidir esasen. Uzun zaman cumartesileri de mesai günlerimden biriydi. Bir süredir cumartesi ve pazarları ofis varlığı olmama lüksüm var. Ancak haftada beş gün ofis varlığı olduğum için ‘insani’ durumlarımı hafta sonuna ertelemekten başka çarem yok. Ailecek bir arada kahvaltı yapabilmemiz pazar günün bize sağladığı nadir imkânlardan biri. Ayrıca fırsat bulup birer Türk kahvesi içebiliyorsak o gün benim için altın değerinde oluyor. Küçük mutluluklardan büyük paylar alabilirsek ne güzel diyoruz.”Sıkılabiliyor olmak nimetBugünün bir diğer kanıksanmış hâli ise sıkıcılığıdır. Tam da bu nedenle okurlarımız adına Yazgıç’a pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için önerisi olup olmadığını da soruyoruz. Yazgıç önce, “Kıymetini kaybettikten sonra anlayacağımız o kadar açık ki. Düşünün bir sonraki günün adı bile pazartesi. ‘Sıkıntı’ olmaması için ‘yarını’ unutmamakta fayda var” diyor. Sonra da “Peki, ben bu tavsiyeme uyuyor muyum? Kesinlikle uymuyorum” diyerek şunları ifade ediyor: “Kelin merhemi olsa durumundayım esasen. Ancak sıkılabiliyor olmanın bile bir nimet olduğu dönemler yaşadım. Çalışkan bir insan olduğumu düşünmenizi istemem. Ancak internetin, dijital endüstrinin, bu kadar uyaranın bombardımanına maruz kaldığımız zamanlarda zaman zaman canımızın sıkılması da gerekiyor”Şimdi sırada beyaz perde var. “Sizce pazar günü izlenecek en iyi film hangisidir?” Yazgıç bu noktada hepimizi “zuhurata tabi” olmaya davet ediyor: “Bir süper kahraman filmi olsa, patlamış mısır düşmanı bir macera filmi olsa ne güzel olur! Kovboylar, kung fu filmleri, uzunca bir animasyon, süper kahramanlar, çizgi roman uyarlamaları, korsan filmleri, korku filmleri, polisiyeler… Böyle çok film var. İsim anmaya gerek yok. Bir dönem çok seyrettim bu filmleri. Uzunca bir zamandır yılda birkaç pazar, böylesi filmler seyretmeye vakit buluyorum. O da zuhurata tabi oluyor.”Kitaplardan konu açınca Yazgıç, cumartesi hangi kitabı bitirememişse pazar da o kitaba devam ettiğini söylüyor. Yani pazar için özel bir okuma alışkanlığı yokmuş. Ardından ona “Özellikle pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” sorusunu yöneltiyoruz. Pazarlarının ailesiyle ilgili olduğunun altını çiziyor.“Eve gidiyorum, evsizliğime”Peki acaba Yazgıç’ın pazarları favori bir mekânı var mı? Buna cevaben “Pazar günü favori mekanım evim” diyor önce ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Bir zamanlar bir mısra yazmıştım. ‘Eve gidiyorum, evsizliğime’ demiştim. Bu mısra benim için 17 Ağustos 1999 hatırasıydı biraz da. O zamanlar bana pazar günü hakkında bir şeyler sorsalardı bambaşka cevaplar verirdim.”Evden çıkmak zorunda kalmadığım pazarlarŞaire, “En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?” dediğimizde ise bize, “Evden çıkmak zorunda kalmadığım her pazar benim için en güzel pazardır. Konfor alanımda kıvrılır keyif yaparım. Bu durumda ‘en kötü’ pazar tarifimi de yapmış oldum” cümlesiyle cevap veriyor.Planlanabilir değilSona yaklaşırken bir de pazar günleri çalışıp, çalışmadığını öğrenmek istiyoruz. Yazgıç pazar günleri, edebiyat dergilerine yazı yazmak, şiir veya öykü kaleme almak, asla tamamlanamayan roman taslaklarına bakmak gibi “çalışmaları” olduğunu anlatıyor. Ardından da, “Tabii ki sadece pazar günleri yazmıyorum. Ancak bazı pazarlar denk düşüyor ve biraz daha geniş vakitler çıkıyor karşıma. Tamamen zuhurata tabi benim için bu durum. Asla planlanabilir ve öngörülebilir bir gün değil pazarları benim için” ifadelerini kullanıyor.Ben de onun arkasından konuşuyorumVe geldik son soruya: Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu? İşte Yazgıç’ın cevabı: “Haftada bir karşılaştığımıza göre çok derinlikli muhabbetler yaptığım bir arkadaşım olamaz. Öyle merhaba-merhaba, naber-nasılsın-iyiyim-sen nasılsın klişeleri çerçevesinde kaldığımız yüzeysel bir arkadaşım olur. Ben onun arkasından konuştuğuma, atıp-tuttuğuma göre kim bilir o da benim ardımdan diğer günlerle atıp tutuyor, dedikodumu yapıyordur. Pazar günü bir insan olsa kesinlikle en iyi arkadaşım olmazdı. Yok da sayamazdım elbette. Ancak bir yere kadar.”Ferhunde Hanım anneme benziyorTürk tiyatrosunun güçlü oyuncularından Beyhan Saran, Türk seyircinin hafızasında Ferhunde Hanım rolüyle yer etti. "Beni hâlâ o rolümden hatırlıyorlar" diyen Saran, çok sevilen anne rolüne rağmen gerçek hayatta anne olmadığını söylüyor. Saran, "Biraz da rahmetli annemi rol model aldım. Onun havasını, onun mizacını canlandırdım bu dizide aslında" diyor.Çocukluk arkadaşlarımla İslam’ı buldukTasavvuf üzerine yazdığı kitaplarla tanıdığımız ünlü terapist Prof. Dr. Muhyiddin Şekûr, İslam’ı ilk kez gençlik yıllarında iki arkadaşı Müslüman olduktan sonra tanımış. Şekûr, "İki çocukluk arkadaşım neredeyse gözlerimin önünde İslam’ı bulmuş ve Müslüman olmuşlardı. Beni de camiye davet ettiler" diyor ve iki arkadaşının da sokakta tanıştıkları bir kişi tarafından İslam’a ilk kez davet edildiklerini anlatıyor. Amerikalı sufi yazar Muhyiddin Şekûr, tasavvufla ilgili okuduğu ilk kitapların İmam Gazali’nin eserleri olduğunu söylüyor. Tasavvufla, İslam’ı seçtikten 10 yıl sonra tanıştığını belirten Şekûr, tasavvuf ehli olmayı şöyle açıklıyor: "Müslüman Kâinatın Rabbi Şanı Yüce olan Allah’a teslim olan kişiye denir. Tasavvuf ise dini bir deneyim ve düşünce biçimidir fakat İslam’ın ne olduğunu tanımlamaz. Tasavvufun, İslam’ı anlamayı ve bilmeyi kolaylaştıran, güçlendiren bir deneyim ve düşünce biçimi olması umulur."Kayıp çiniler İstanbul’da yeniden üretildiİstanbul Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü, “İznik’ten Dünyaya Kayıp Çiniler” sergisi ile kayıp çinileri gündemine taşıyor. 14-18. yüzyıllar arasında çeşitli yollarla ülkemizden götürülen İznik çinisinin nadide örnekleri reprodüksiyon da olsa yeniden kültürümüze kazandırılıyor. Sergide yer alan sanatçılardan Emre Atırcıoğlu, “Amacımız orijinallerini geri alamıyorsak günümüz şartlarında birebir üretimlerini sağlayarak bu kültürel mirasa sahip çıkmak. Biz de elimizdeki bu meziyeti kullanarak bütün formları çömlekçi çarkında birebir bezeme, form ve sır kalitesi benzer şekilde üretmeyi başardık” diyor.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir